Dünyanın bir hayli tuhaf tarihi çerçevesinde karşılaştığım savaşların ilki, Türkiye’nin de dahil olduğu Kore Savaşı (1950-53)’ydı. Sınıf mevcudunun neredeyse büyük çoğunluğunun dedesi Kore Gazisi’ydi ve kaçınılmaz olarak bu olaydan bahsediliyordu.
Daha sonradan Güney Kore (Kore Cumhuriyeti)’den bir değişim programıyla gelen, kendisine hayran kaldığım ve bugün halen unutamadığım bir hanımefendinin seneler geçmesine rağmen sadece anlatılanlar ya da okuduklarından hareketle etkisinden kurtulamadığı (sanırım aile büyüklerinden birkaçı da çatışmalar sırasında öldürülmüştü) bu savaşı gözleri buğulu bir şekilde anlatması içime işlemişti.
Kuzey Kore (Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti)’de bugün halen devam eden rejim, bizzat ülke tarafından yapılan ulusal propagandalar ya da diğer blokların politik (yahut askeri) ajandalarının dışında hep dikkatimi çekmiştir. Dış dünyaya karşı senelerdir ördükleri gizem perdesi bu çekiciliği artırmakla birlikte, günümüzde bu duvar; popüler kültür ekseninde medya, sinema, müzik ve çeşitli girişimlerle birlikte aşılmaya başladı.
Dünya bugünlerde kendi reaktörlerini yavaşça kapata dursun, Kuzey Kore gündemi bir hayli yormaya başladı. Neredeyse tarihiyle yaşıt bir nükleer teknoloji/silah geçmişine sahip olan Demokratik Halk Cumhuriyeti, konuya ilişkin karnesi pek de parlak olmayan ülkelerin hedefi durumunda. Biz tabii bu kısmı daha fazla uzatmayıp, siyasi ve askeri hesaplaşmaları şimdilik bir kenara bırakalım.
Önceden Altıkırkbeş Yayınları’nın genel yayın yönetmenliğini yapan, şimdiyse Sub Yayımları’nın kurucusu olan sevgili Şenol Erdoğan’ın editörlüğünü yaptığım dönemde, kendisi beni Laibach adında bir grupla tanıştırdı.
Dark wave, elektronik ve noise alt yapılı müzikleriyle, eğer ilgilenirseniz sizi bambaşka bir evrene sürükleyecek olan grup; tarihsel, iktisadi ve politik motivasyonlar açısından başka bir sosyalizm fikrini ortaya koyan Yugoslavya (o dönemki parçası olan Slovenya)’da kurulmuş, 20. yüzyıl tarihinin tüm uç politik figür ve düşünceleriyle (Nazizm, Komünizm, Fütürizm) alakalı temalardan hareketle bambaşka müzikal yapılar oluşturmuştur. (*)
Kendileri ve sansasyonel tarihçeleri bir yana dursun, işin asıl önemli ve konumuzla alakalı olan kısmı, geçtiğimiz aylarda Kuzey Kore’nin başkenti Pyongyang’da Zafer Bayramı etkinlikleri kapsamında konser vermiş olmaları. Aşılamayan duvarlarıyla meşhur bu iki ülkede de seslerini duyurmayı başaran Laibach’ın buradan çıkardıkları performans ve yaptıkları mini belgesel de geçtiğimiz aylarda İstanbul Kültür Sanat Vakfı (IKSV)’nda da sergilendi. (**)
Kuzey Kore’yle alakalı bir başka dikkat çekici çalışma, tüm imkanları zorlayarak; ev, sokak, fabrika, iş atölyeleri gibi gündelik hayatın geçtiği ünitelere eğilen Hollandalı yönetmen Pieter Fleury’nin North Korea: A Day in the Life (2004) adlı belgeselidir. Yapımda; yüksek blokların gölgesinde yaşayan yurttaşların; lider kültüne nasıl sağdık kaldıkları, komünizmin kültürel ve güncel olarak insanların hayatlarına ne şekilde yön verdiği, kadının iş kollarındaki hassasiyeti ve yönlendiriciliği tüm açıklığıyla ortaya koyuluyor.
Türkiye’de yapılan çalışmaları da es geçmek olmaz: Gazeteci/yazar Çiçek Tahaoğlu’nun günümüzde dijital yazınla birlikte iyice önemi artan gezi güncelerinin etkileyici örneklerinden sayabileceğimiz “Bilinmeyene Yolculuk: Kuzey Kore” yazısına mutlaka (***) göz atılmalı. Kocaeli Üniversitesi’nin akademik kadrosunda yer alan Alper Metin’in, bugünlerde sıkça konuşulan gezi vloglarından meydana gelen Youtube kanalında ise geleneksel foto-muhabirlik ve dijital fonksiyonları birleştirerek aktardığı Kuzey Kore görüntülerine de konuya ilgi duyan kişiler mutlaka eğilmeli (****). Kısa süre sonra vizyona girecek, yönetmen koltuğuna Can Ulkay’ın geçtiği, Türkiye & Güney Kore ortak yapımı savaş anlatısı filmi “Ayla” ise şimdiden dikkatleri üzerine çekecek gibi gözüküyor.
The Interview
Gelelim 2014 yapımı The Interview’a. Dağıtımcısı Sony’nin hacklenmesine kadar başına birçok dert açılan filmin kamera arkasındaki isimler Evan Goldberg ve Seth Rogen (filmde aynı zamanda ikinci adamımız Aaron Rapaport rolünde). İlk bakışta “komünizmi ezici bir Amerikan propaganda filmi” olarak görülse de bence bu açıdan okumak yetersiz, ki Chuck Norris filmleri bile artık böyle ele alınmamalı.
Filmde Kuzey Kore’nin fazla “karikatürize” edilmesi, günümüz dijital medyasında sıkça işlenen mizahın yanında hafif kalıyor denebilir. Ülke liderinin çok çalışmaktan tüm yediklerini öğüterek yakması ve tuvalete dahi gitme ihtiyacı duymaması gibi kültürel mitler; günlük hayatta karşılaştığımız sosyal medya caps/meme’lerinin yanında hiçbir şey.
Filmin başrolünde şovmen Dave Skylark rolünde gördüğümüz James Franco’nun Amerika yakın siyasi tarihini işleyen yapımlarda rol alması artık hepinizin malumu. Stonewall İsyanı’nın ve LGBTİ hak savunuculuğunun mimarı Harvey Milk’in hayatını konu alan Milk (2008), Amerikan karşı kütür ikonu, siyasi aktivisit, yazar Allen Ginsberg’i canlandırdığı Howl (2010) ve yeni kuşak Stephen King uyarlamalarından olan –J.F.K suikastının anlatıldığı- mini seri 11.22.63 (2016) bunlardan birkaçı.
The Interview’ün Konusu
Aktüel bir şov programı olan “Skylark Show”un sunuculuğunu yapan Dave’in sürekli sunduğu yavan içerikler, işin prodüktörlüğünü üstlenen Aaron’ın canına tak eder ve daha ciddi işler yapmak isteğini kendisine aktarır. Tam o sırada Kuzey Kore ile olan nükleer gerginlik patlak verir. Bunun üzerine Dave Skylark, Aaron’a reddedemeyeceği (!) bir teklif sunar: Dünyanın en gözde “rock yıldız”larından olan Kim-Jong un (Randall Park) ile söyleşi yapmak! CIA ise bu fırsatı kaçırmayarak olayı işi üstü örtülü bir suikast planına çevirme niyetiyle olaya dahil olur. Ne ilginçtir ki Dave’in sunduğu Skylark Show’un en büyük takipçilerinden birisi de yine babasının ölümüyle birlikte Kuzey Kore’nin başına geçen Kim-Jong un’dan başkası değildir.
50’ler ve 90’lar arasındaki klasik “rock” ikonluğu politikacılara da sıçramış, zamanla asık suratlı bürokrasiden medya aracılığıyla arındırılan bu isimler, bugünlerde sosyal medya hesaplarıyla, çeşitli görüntüleri ve magazinsel tahayyülleri ile ne kadar sertte, olsalar popüler kültür fenomenlerine dönüşmüştürler.
Filmde sunulan Kim Jong-un fenomeni de, devlet erkanıyla büyümüş ve baskılanmış, halen babasının gölgesinde yaşayan ve bu sınırların dışına çıkamayan bir karakterdir. Bu süreç içerisinde de Amerikan popüler kültürü ile yaralı egosunu besleyerek kendisine; Katy Perry ve Miley Cyrus çalan, bir lüks araba galerisi ve basket sahası olan, kısacası “yeni dünya”nın tüm ürünlerini kucaklayan koca bir “sığınak” kurmuştur. Kuzey Kore’nin 2012 yılında gerçekleştirdiği Disney müzikali performansı ve doğal olarak ülkeye Mickey Mouse’un adım atmasının Batı medyasından kaçmaması bu olaylar zincirine yapılan referanslardan biridir. (*****)
Nükleer kriz, ülkeler ve liderler dışında bir yeri, olayı ya da kişiyi konumlandırmak ve keşfetmek günümüzde bireysel çabalarla mümkün. Önemli olan ise bu gücün olanaklarını aralamak ve ona göre hareket etmek. Şimdilik görünen tek çözüm yolu bu.
Deniz Cansever
The Interview Fragman
Bağlantılar:
(*) Konuyla alakalı bkz. Laibach ve NSK’ya Giriş (SUB Press) ve UP (Underground Poetix) XIV / aylık karşı kültür, mimari ve müzik dergisi, sayı #5, #13, #15
(**) Gösterime ilişkin kaynak link: http://film.iksv.org/tr/film/3445
(***) Belirtilen yazı için link: https://bianet.org/biamag/dunya/132765-bilinmeyene-yolculuk-kuzey-kore
(****) Görüntüler için Youtube kanalı: https://www.youtube.com/playlist?list=PLynfYLcVKuKTAQnnnJR7VzmiBh11tviLp
(*****) The Guardian’ın konuya ilişkin yayınladığı haber linki: https://www.theguardian.com/world/2012/jul/08/disney-characters-perform-north-korea